".................................,
Dünya haritasına baktığınızda rengarenk, yüzlerce ülke, devlet, krallık, cumhuriyet görürsünüz. Birleşmiş milletlere üye tam 192 ülke var.
Hiç düşündünüz mü?
Bu ülkelerden kaçı kendi halkının insiyatifi ile kuruldu?
Kaçı güç sahiplerinin lütufları ile var oldu?
Devletimizin nasıl var olduğunu, o yılların nasıl geçtiğini hiç düşündünüz mü?
Yoksa, 19 Mayıs 1919’da başlayan sürecin hep beraber maça giden insanların çoşkusuyla ilerlediğini ve 29 Ekim 1923 yılında mutlu sona ulaştığına inanmayı yeterli mi buluyorsunuz?
Burada bulunan hiç kimse o yılları yaşamadı, hepimiz kitaplardan öğrendik. Bizler için Cumhuriyet döneminin kahramanları birer resim, söyledikleri sözler tırnak içinde yazılan birer veciz cümleden ibaret. Cumhuriyet bayramlarını birkaç kahramanlık şiiri okuyarak, güzel sözler söyleyerek, televizyonda tarihi filmler göstererek, hafifçe de gözlerimizi yaşartarak geçiştiriyoruz.
Sonra!
Millet olarak güven bunalımı yaşıyoruz, batılı devletler önünde kendimizi ezik hissediyoruz, her zaman kendimizi beğendirmek için uğraşıyor, sorunlarımızın çözümünü başkalarının öğütlerinde arıyoruz.
Eğer bu devletin milleti bizsek, bugün yaşadıklarımızın olmaması gerekir. Çünkü devletimizin kuruluş şekliyle, varolan durum birbiriyle uyuşmuyor. Kimseye başeğmeyen, onurlu atalarımızın yoktan var ettiği bu devlette, işin ucu ne zaman kaçtı?
Bu güvensizlik duygusu, birbirimize yabancılaşma, cumhuriyet değerlerinden uzaklaşma, körükörüne yabancı olana hayranlık veya düşmanlık ilkelliği nasıl ortaya çıktı?
Bugün bu soruların cevabını verebilmek için, atalarımızın 1800’lü yıllarda başlayan bağımsız bir devlet olma mücadelesinin kaç nesli tükettiğini, saltanata, hilafete, tarikata, aşirete olan bağlılıkların, millete ve devlete olan bağlılığın altını nasıl oyduğunu, yabancıların bu feodal duyguları nasıl sömürdüğünü ve bunun bizlere kaç cana mal olduğunu anlamamız gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyet’inin bütün ilkelerinin bu yüzyıllık deneyimin sonunda nasıl oluşturulduğunu öğrenmemiz şarttır.
1919 yılında Anadolu’da başlayan mücadele bu yüzyıllık tecrübe birikiminin Mustafa Kemal liderliğinde başarıya ulaştığı son noktadır. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bir avuç insan, dünyaya o zaman hakim olan güçlerin kendilerini en güçlü hissettikleri dönemde, ülkemiz, o zamana kadar düştüğü en kötü durumda olmasına rağmen,
başeğmeyi kabul etmediler ve dünyaya meydan okudular.
Bunu yaparken hesap kitap yapmadılar.
“Ateşi ve ihaneti gördüler,
ve yanan gözleriyle durdular
bu dünyanın üzerinde.”
Anadolu’nun insanına ve kendilerine güvendiler. “Vatan tehlikedeyse gerisi teferruattır” dediler.
Sonra?
Gece gündüz çalıştılar, insanları biraraya getirdiler, güven aşıladılar, millet olmayı öğrettiler.
Türk, öğün, çalış, güven sözü boş bir slogan değildir.
......................................."